28 Ocak 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: İçimizdeki Şeytan




Yayınevi       : Yapı Kredi Yayınları  
Sayfa sayısı  : 254
Basım Yılı    : 1940




Ne yalan söyleyeyim bu kitabı okuma listeme almaktaki en büyük etken Kiralık Aşk’ın Ömer’i oldu. Öyle bir karakterin başucu olan kitabı deli gibi merak ettim.

Aslında Türk edebiyatının kült eserleri arasında isminin geçmesi nedeniyle kitabı  diziden önce almış ama bir türlü okuyamamıştım. Okuma şenliğinde “uzun zamandır kitaplığınızda bekleyen bir kitap” kategorisini
görünce hemen sıraya aldım.

Bütünleme haftasındaki yedek gözetmenlik görevlerimde, tüm arkadaşlara, belki de ilk defa hepsi görevlerine geldikleri ve bana gerek kalmadığı için teşekkür ediyorum, toplantı salonunda oturarak 2 günde bitirebildiğim bir kitap oldu.

Öyle çok bayılarak okuduğumu söylersem yalan olur. 1940 yılında yazılmış olması, her ne kadar yayınevi sadeleştirmeye çalışmış olsa da bazen okumayı yavaşlatıyordu.
Karakterlerin birbirleriyle olan konuşmalarının zaman zaman monologa dönüşmesi de kitabı zorlaştıran etkenlerdendi. Aman Allahım, bir insan bu kadar çok konuşabilir mi, karşısındaki hiç mi konuşmaz dediğim çok zaman oldu.
En sıkıcı kısımları ise edebiyat üzerine arkadaşlarıyla yaptıkları konuşmalardı ki,  bazen atlamak zorunda kaldım.

Ama Macide’den çok şey öğrendim. Bir insana “ona kızmaya hakkın yok, o hep böyleydi” demeyi, en kızgın olduğun anda “sen onu bırak da kendine bak önce” demeyi.

Aradan 76 yıl geçmesine rağmen romandaki içsel çatışmalar, karakter çözümlemelerinin hala güncelliğini koruması oldukça ilginç geldi bana. Özellikle de kendini ebebiyat dünyasının üstadı olarak göstermeye çalışanlarla hakkındaki kısımlar: “Fikir diye ortaya attıkları her şey, kafalarına rastgele doldurdukları, hazmedilmemiş, birbirine zıt fikirlerin tahrip edilmiş şeklerinden ibarettir …. Hiçbirinde fikirler ve bilgiler şahsiyet haline gelmemiştir. Hiçbiri ukalalık etmek için malzeme toplamaktan başka bir şey düşünmemiştir.” Bu cümleleri okuduğunda gözlerimin önünden birçok akademisyen resmi geçti. Hay Allahım, “kendini önemli göstermeye çalışma” diye bir gen olmalı diye düşündüm.

Yine de haksızlık yapmak istemem, oldukça etkileyici iç çatışmalar, bakış açıları, altı çizilecek cümlelerle doluydu:

"Isteyip istemedigimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemedigimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiilerimin modulünü bulmuştum. Buna içimdeki şeytan diyordum. Müdafaasini üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde haksızlığa, tesadüfün çilesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve iltimama layık görüyordum. Bu bizim salaklığımızın uydurması"

Romanı ilginç hale getiren bir diğer nokta ise, karakterden İsmet Şerif'in Peyami Safa, Nihat'ın Nihal Atsız, Profesör Hikmet'in Necip Fazıl olduğuna yönelik iddialar. Hatta bu kitap yüzden Nihal Atsız'la Sabahattin Ali mahkemelik olmuşlar. Milliyetçi kesimden büyük tepkiler almış Sabahattin Ali. Doğru olduğunu düşünmek beni üzdü. El üstünde tuttuğumuz ebediyatçılarımızın özel hayatlarında böyle karakterler olmadığını düşünmek isterim, gerçek olsa da olmasa da..








2 yorum:

  1. benim de elim bir türlü bu kitabı okumaya gitmiyor. sanki kült eseri kürk mantolu madonna gibi, o kitabı tekrar altını çize çize okumak istiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. onu sevdiysen bunu da kesin seversin ve bol bol çizersin.

      Sil

söyleyecek bir şeyin vardır mutlaka

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...