Yılanın zehri miydi acımızın nedeni damarlarımızda dolaşan,
yoksa o yılana en karanlık odalarınızı açmış olmak mı?
Derinlerde bir prens yatıyor olan inancımız mı daha güçlüydü yoksa o prense ulaşamamış olmanın getirdiği başarısızlık duygusu mu?
Derinlerde bir prens yatıyor olan inancımız mı daha güçlüydü yoksa o prense ulaşamamış olmanın getirdiği başarısızlık duygusu mu?
Her seferinde akıllandım diyip kaç defa daha bulduk kendimizi hayal kırıklıkları arasında?
Kaç defa azmedip kalktık ayağa?
Kaç defa kül olduk?
Kaç defa külleimizden güle döndük?
Ve kaç defaya yetece gücümüz küllere, küllerden güllere dönmeye?
Kaç defa azmedip kalktık ayağa?
Kaç defa kül olduk?
Kaç defa külleimizden güle döndük?
Ve kaç defaya yetece gücümüz küllere, küllerden güllere dönmeye?
Ben çok soyundum, buyrun şimdi de siz soyunun prensim..
Padişahla karısının bir türlü
çocuğu olmuyormuş, ne yapmışlarsa bir çocuk sahibi olamamışlar.
Bir gün yaşlı, uzun sakalları
beyaz bir adam saraya konuk gelmiş, padişah adamı çok sevip akşam yemeğine
alıkoymuş.
Yemekten sonra sakallı ihtiyar,
'' Galiba sizin meyveniz yok,'' demiş.
Padişah hemen atılmış ''Her
meyveden var, ne istersiniz?'' demiş.
''Yok,'' demiş ihtiyar, ''onu
söylemiyorum, galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum.''
Padişahla karısının gözleri
dolmuş, ''Çok istedik, ama olmadı,'' demişler.
''Peki'' demiş ihtiyar, '' ben
size bir yol göstereceğim, dediklerimi yaparsanız bir çocuğunuz olur.
Ülkenin en ucundaki dağın
tepesinde bir pınar var, baharın yaza bağlandığı gece, tam sabah olurken,
mehtap batmadan, güneş de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan
sonra, ''hayırlısı neyse o olsun'' deyip birbirinize kavuşacaksınız.
''Yaşlı adam bunları
söyledikten sonra odasına çekilmiş, ertesi sabahta kimseye görünmeden saraydan
ayrılıp gitmiş.
Padişahla karısı, büyük bir
kalabalıkla yola çıkmışlar, dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar, sonra da
çadırlarına çekilip yataklarına girmişler.
Padişahın karısı, '' Allahım
bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver,'' demiş.
O gece padişahın karısı hamile
kalmış.
Aradan dokuz ay geçmiş. Doğum vakti gelmiş.
Saraya en ünlü ebelerini
çağırmışlar. Ama sultan bir türlü doğuramıyormuş.
Kentte babasıyla ve üvey annesiyle
yaşayan çok güzel ve çok fakir bir genç kız varmış. Padişah, öfkesinden
karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş.
Bunu duyan kötü kalpli üvey anne,
saraya gidip, '' Benim bir üvey kızım var, sultanı doğurtsa doğurtsa o
doğurtur,'' demiş.
Bunun üzerine saraydan adam
gönderip kızı çağırtmışlar.
Kız başına ne geleceğini
anlamış, doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş:
''Anneciğim ben ne yapacağım, hiçbir ebenin
doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni çağırdılar, benim de kellemi
kesecekler.''
Tam o sırada aksakallı ihtiyar
peydah olmuş mezarın yanında, ''Ağlama kızım, '' demiş, '' ben sana ne yapacağını
anlatacağım, dediklerimi yaparsan kelleni kurtarırsın.''
Sonra kıza ne yapacağını
anlatmaya başlamış.
''Sultan benim dediklerimi
tutmadı, hayırlısını isteyeceğine, ne olursa olsun dedi, bu yüzden de evlat
yerine karından bir yılan taşıyor şimdi, sen saraya gidince, hemen bir kazan
süt isteyeceksin, sütün kokusunu alan yılan da çıkacak.''
Kız saraya gitmiş, ihtiyarın
dediklerini yapmış.
Gerçekten de sultan, kocaman,
kara bir yılan doğurmuş.
Hemen padişaha haber vermişler.
Sultan hanım ağlamış, ''Ne yapacağız'' diye bir zaman çırpınmışlar, sonunda
''Yılan mılan, evlat evlattır,'' deyip yılanı kimseye göstermeden sarayın arka
odalarından birine yerleştirmişler.
Ülkede de padişahın bir evladı
oldu diye şenlikler yaptırmışlar.
Aradan yıllar geçmiş, arka odada
bırakılan kara yılan büyümüş, bir gün padişah babasına haber göndermiş, ''Ben
artık evlenmek istiyorum'' demiş.
Padişah, ne yapsın, bir tanecik
evladı. Vezirlerden birinin kızını oğluna istemiş.
Düğün yapılmış, gelini gerdeğe
sokmuşlar, ertesi sabah kapıyı bir açmışlar ki, kızın cesedi bir köşede
yatıyor. Yılan kızı sokup öldürmüş.
Başka bir vezirin kızıyla
evlendirmişler. Yılan onu da sokup öldürmüş.
Saraydaki kızlar birer birer
öldükten sonra, halktan kızlarla evlendirmeye başlamışlar yılan prensi, o
kızlar da ölmüş.
Genç kızlar saraya gelin gidip
birer birer ölüyormuş.
Halk, prensin yılan olduğunu
bilmiyormuş, ama prensle evlenen bütün kızların öldüğü memlekette yayılmış,
herkes kızını memleketten kaçırmaya çalışıyormuş.
Bir gün yılanı doğurtan ebe
kızın üvey annesi, saraya gitmiş, ''Benim çok güzel bir kızım var, sultanı da
zaten o doğurtmuştu, prensin dilinden o anlar, onunla evlendirin prensi,''
demiş. Hemen kadının evine adamlar gönderilmiş, kız babasından istenmiş,
adamcağız ne yapsın, padişaha hayır diyecek hali yok ya, kızını vermiş.
Bunu duyan kız öleceğini
anlamış, hemen annesinin mezarına koşmuş yeniden.
''Anneciğim, beni prensle
evlendirecekler, ama prens bir yılan. Beni de öteki kızlar gibi sokup
öldürecek, genç yaşımda öleceğim,'' demiş.
Kız annesinin mezarı başında
ağlarken, beyaz sakallı ihtiyar görünmüş yeniden. ''Ağlama'' demiş, ''yılan
kılığındaki prens aslında çok yakışıklı bir delikanlıdır, dediğimi yaparsan
insan haline döner, çok mutlu bir hayat sürersiniz.''
''Seni gerdeğe sokacakları
zaman, üstüne kırk gömlek giyeceksin. Sen odaya girince yılan, sana soyun
diyecek, sen bir gömleğini çıkart, sonra da ona, 'şimdi de siz soyunun prensim' de, o da derilerinden birini
çıkartacak, sonra sana yeniden 'soyun' diyecek. Sen yine ikinci gömleği
çıkarttıktan sonra ona 'şimdi de siz soyunun prensim' diyeceksin, böyle böyle ona
kırk derisini de çıkarttıracaksın, kırkıncı derisini çıkarttıktan sonra
yakışıklı bir delikanlıya dönecek. AMA SAKIN OLA Kİ, O BÜTÜN DERİLERİNİ ÇIKARTMADAN
SEN SOYUNUP ÇIPLAK KALMA. O DERİLERİNİ ÇIKARTMADAN SOYUNURSAN, SENİ ÇIPLAK
GÖRÜRSE SOKUP ÖLDÜRÜR.''
Kız hazırlanmış, alıp saraya
götürmüşler, düğün olmuş, sonra kıza gerdeğe gireceksin demişler, kız da
ihtiyar adamın dediği gibi kırk gömlek giymiş üstüne, her şey ihtiyarın dediği
gibi olmuş.
Bir kız çıkarmış gömleğini, bir
yılan çıkarmış derisini, birlikte soyunmuşlar.
Sonunda kırkıncı deriden de
sonra yılan çok yakışıklı bir delikanlı olmuş, ikisi yıllarca mutlu yaşamışlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
söyleyecek bir şeyin vardır mutlaka