8 Şubat 2013 Cuma

Urfalıyam ezelden...Şanlıurfa gezim..

Urfa'yı ziyaret edeli haftalar oldu, yeni tamamladım yazımı.
21. Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Semineri  Şanlıurfa'da düzenlendi.
Seminerin konusu "Ritüeller ve Yaratıcı Drama" idi.
Bu tema için ritüel şehri Şanlıurfa'dan daha iyisi seçilemezdi.


Otelimiz Balıkgöl'ün arkasındaydı.
Tarihi Kapalı Çarşıya da çok yakındı.
İlk gün erkek kalkıp Eski Urfa kısmını dolaştık.
Evet onlar gerçekten palmiye!!

Tarihi Kapalı Çarşı sabah duasıyla açılıyor.
Bir kişi yüksek sesle dua etmeye başlıyor, ardından tüm esnaf ellerini açıp Fatiha okuyor.
Ne güzel bir ritüel..
Tabi ben ve arkadaşım, sabahın erken saatinde dışarıda gezen tek iki açık bayan olduğumuz için ve çarşıya girer girmez biri "Eyy cemaati müslümiin.." diye bağırınca linç edileceğmizi sandık, yüreğimize iniyordu o ayrı.
Ön yargı kötü bişey..



Bakırlar genellikle el yapımı.
Önünüzde tak tak yapıveriyorlar.


Urfa'da her yer kadife kumaşla kaplı.
Mor en çok rağbet gören renk.
Kadın-erkek, yaşlı-genç hepsi mor giyiniyor.


Urfa'da dolaşırken TRT Gezelim Görelim ekibi ve Nuray Yılmaz'la karşılaştık.
Şanlıurfa bölümünü izleyen olduysa o mor yemeni deneyen ve kırmızı süslü püslü elbiseye mankenlik yapan şahıs bendenizdim efendim.

Bir Urfa küçük hanımefendisi.
Emziğimi bırakmadım ama şimdi bile süslenmeden çıkmam diyor bize..

Balıklı Göle gitmeden Urfa'ya gittim denir mi?
Balıkları gördüğünde İbrahim Peygamber ateş atıldığında ateşin göle, odunların da balığa dönüştüğüne dair şüphesi kalmıyor insanın.
Çünkü bu balıklar gerçekten odun büyüklüğünde.
Yem attığınızda birbirlerinin üzerinden atlıyorlar yemi kapabilmek için.
Ayağım kayıp düşse beni de yerler mi acaba diye düşünürken buldum kendimi bir an..






İnsanları oldukça sıcak.
Bi yere nasıl gideceğinizi sorun, bakıyorsunuz sizi kapısına kadar götürüp geri dönüyor.
Siz zaten o tarafa gidiyor sanırken, onun düşüncesinin "gözümle göreyim bulduğunu da içim rahat etsin" olduğunu sonunda öğreniyorsunuz.
Balıklı Göl çevresinde çocuklarla karşılaşıyorsunuz, size oranın tarihini anlatmaya, üstelik de bir kaç dil seçeneğiniz var, pek bi istekliler.
Ama onların amacı içlerini rahatlatmak değil, bahşiş.
Lütfen karıştırmayın!
Zaten karıştırırsanız da "abla bahşişimi vermedin" diye geri dönüyorlar.

Tarihi Urfa Kalesine çıkmadan olmazdı.



Eski Urfa ve Yeni Urfa olarak ikiye ayrılıyor. Bunlar hepsi Eski Urfa'dandı. Ana cadde üzerinde yürürken bir noktadan sonra insan profili değişiyor.
Eski Urfa tarafındakiler daha çok şehrin yerlileri, rengarenk, şatafatlı giyimleriyle fark ediliyorlar.
Yeni Urfa tarafında insanlar genellikle dışarıdan gelen, memur, öğrenci kesimmiş. 
Giyim tarzının resmileşmesinden sonra anlaşılıyor zaten.

Urfa'da akşam 5'ten sonra sokaklar boşalıyor ve dükkanlar kapanıyor.
İşinizi kesinlikle akşama bırakmayın.
Bir fotokopi çektirebilmek için şehri bir ucundan diğerine yürüdük, bir tane açık kırtasiye bulabildik..

Kaleye çıkacak olursanız da aklınızda bulunsun, 5'te kalenin girişini de kapatıyorlar. 
İnmek için tüneli kullanmamızı söylediler.
Kullanırız dedik.
Nereden bilirdik, Tarkan filminin çekildiği derinnn upuzunn tünelden inmemiz gerektiğini.
Bir arkadaşımız düştü.
Merdivenler öyle dik ki.
Aynı anda iki ayağınız yere basamıyor.
Nihayet inmeyi başardığımızda diz kapaklarımız zonkluyordu hepimizin..

Yediğin içtiğin sana kalsın diye bir söz vardır ama söz konusu Urfa olunca geçerliliğini yitiriyor.
Ben daha önce (ne Adana'da ne Bursa'da) hiç kebap yememişim onu anladım.
Diğerlerini yuttuğum için çekmeyi akıl edemedim.
En son gözüm doyduktan sonra çektiğim soslu tavuğu paylaşayım:

Burası herkesin önerdiği şık bi kebapçıydı.
Ama burada bile tabaktı, bıçaktı olaylarına gerek duymuyorlar.
Zaten kebap dediğin elle yenir..

Bu da urfalıların "fukara tatlısı" dediği ama beni tavlayan, hafif ve nefiss şıllık tatlısı..
İlginç olan, öğle yemeğinde kebap yedikten sonra akşam acıkmıyorduk hiçbirimiz.
Yemeklerde kuyruk yağı kullanıldığı için bir çok kişiye ağır geldi, cır cır oldular.
Midem sağlammış bir kez daha görmüş oldum.
Ama ne yalan söyleyeyim, 1 gün daha kalsaydık ben de bozuyordum midemi.

Tarihi yerleri de gezdik: Göbeklitepe kazı alanı, yeni yapılmakta olan mozaik müzesi vs gibi.
Tarihten anlamayan biri olduğumdan kebaplar kadar ilgimi çekmedi..

Son akşam gala olarak sıra gecesi düzenlendi.
Olağanüstü bir davulcu vardı, makinem yakalayamadı hareketlerini.
Davulu bir tek amuda kalkarak çalmadı.
Çi' köfte olmadan sıra gecesi olur mu?
Sıra gecesinde ya da Urfa'da herhangi bir yerde size mırra ikram edilirse -çok çok acı bir kahve, ben içemedim- siz siz olun, asla bardağı yere koymayım.
Koyarsanız ceza olarak ya içini altınla doldurup geri vermeniz ya da size mırra vereni evlendirmeniz gerekiyormuş.
Bana kimse söylememişti bunu ne yazık ki :S
Garsona "ben bekarım, alayım seni" dedim ama benimle evlenmek istemedi :(

Kendileri yiyeceklerinde koydukları isotun 1/8'i kadar isotla yapmış olmalarına rağmen ben bu çi' köfteyi de bitiremedim.

Hayatınızda bir kerecik olsun Urfa'ya gidip kebap yemeden ölmeyin, benden söylemesi..

2 yorum:

  1. yurtdışında hiç gözüm yok. ülkemin her yerini göreyim yeter. çok güzel bir yazı olmuş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben de ilk defa gittim o tarafa. kesinlikle görülmesi gereken bir yer, farklı bi dünya..

      Sil

söyleyecek bir şeyin vardır mutlaka

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...